24 Eylül 2015 Perşembe

HİNDİSTAN DİYARI - 1.Gün Delhi

20 Eylül 2015

Biletimi ucuz olsun diye aktarmalı aldım. Böylelikle Antalya- İstanbul gidiş dönüş uçak bileti ve vize almak için Ankara’ya giderek yaptığım tüm masraflar beleşe gelmiş oldu yani THY’nin direk uçuşuna kıyasla. Daha önce Uzak Doğu’ya yaptığım seyahatlerde Türkmenistan Havayollarını kullanmıştım. Biletler ucuz ancak hizmet kalitesi pek iyi sayılmazdı. Bu sefer Air Astana’yı tercih ettim –Türkmenistan Havayolları’ndan bile ucuz- ve hiç pişman olmadım. Tanrı Skyscanner’ı korusun. Gıcır gıcır uçak, yastık, battaniye, seyahat kiti,  içki (bu tarz ucuz uçuşlarda olmuyor pek) , yemek, film ve müzik servisi ile yüzümü güldürdü. İstanbul- Almaata uçuşu gayet rahat geçti.  Almaata havaalanı gayet güzel, düzenli. Aktarmalı yolcular olarak alt kata geçtik. Küçük bir bekleme salonu var ama biz uçuş saati geldiğinden doğrudan uçağa geçtik. Uçak bir öncekiyle aynı standartlardaydı ve Delhi uçuşu da oldukça rahat geçti.

Indra Gandi hava alanı güzel ve düzenli. Uzun süre yürüdükten sonra pasaport kontrole ulaştım. Memur parmak izimi aldı ve homurdandı, ne dediğini pek anlamadım önce. Pek İngilizce konuştuğunu söylenemese bir sorun olduğunu anladım. Birkaç kez daha bastım parmağımı, olmadı bir türlü. Üstünü çağırdı, konuştular uzun süre. İçimden “Hindistan’a gelirken parmak izimi değiştirdim de!” diye bir espri yapmak gelse de kendimi tuttum.  Biraz daha tartıştıktan sonra geçmeme izin vermeye karar verdiler. Bu sefer de çantam çıkmak bilmedi bir türlü. Hah dedim, bir bu eksikti, aktarmada gitti çanta. Londra uçuşuyla aynı bantı vermişler, milyon çanta geçiyor benimki yok. Artık ciddi tırsmaya başlamıştım ki ayrı bir araçla getirdiler çantayı.

Dışarı çıktığımda inanılmaz sıcak bir hava karşıladı beni. Sıcak olmasını bekliyordum ama kafamdaki böyle bir şey değildi kesinlikle. Harıl harıl yanan bir ocağın içine girmek gibi dersem anlarsınız herhalde. Hava alanına fazla uzak olmayan otelime gidip dinlendim bir süre. Akşamüzeri couchsurfing ten Anu ile buluşup Kızıl Kale'ye gittik önce. Yol boyunca gördüğüm Delhi bana anlatılan, okuduğum Delhi değildi kesinlikle. Geniş yollar, inanılmaz bir yeşillik, güzel binalar. Burasının büyük elçiliklerin bulunduğu alan olduğunu öğrendim. Kızıl kuleye geldiğimizde inanılmaz bir kalabalıkla karşılaştım. Rengarenk sarileri içindeki kadınları görünce gözlerim kamaştı. O kadar güzeller ki insan gözünü alamıyor bir türlü. Aynı şekilde onlar da beni süzüyorlar yanlarından geçerken.  Anu biletleri almaya gitti. Geldiğinde giriş biletinin Hintliler için 10 rupi yabancılar içinse 250 rupi olduğunu, benim için de Hintli bileti aldığını, bu sebeple kapıdan geçerken kesinlikle konuşmamamı tembihledi. Kapıda ve arama noktasında ağzımı açmadım. Hintliye çok benziyor olmalıyım ki kimse bir şey demedi. Kalenin içi çok büyük. İçeri girer girmez içimi tarifsiz bir huzur kapladı. Yavaştan kararmaya başlayan hava,  hafif bir rüzgâr, kuş cıvıltıları, uçsuz bucaksız bahçeler, binalar, rengârenk giyinmiş insanlar. Seveceğimi biliyordum diye geçirdim içimden. Hindistan beni çok güzel karşıladı, şükürler olsun. Hiç ayrılmak istemesem de Eski Delhi’ye gitmek üzere çıktık.

Eski Delhi’yi nasıl anlatsam, daha önce böyle bir yer görmedim hiç. Öncelikle şehrin trafiğiyle ilk burda karşılaştığımı söyleyebilirim. Pazar günü olması sebebiyle geçtiğimiz geniş yollarda trafik akıyorken burda neredeyse birbiriyle iç içe geçmiş arabalar, rikşalar, otobüsler, tüm bunların arasında sakin sakin yürüyen inekler, keçiler, insanlar bir arada. Etraf çöp içinde, yol kenarına tezgâh açmış işportacılar, sokak satıcılarının ızgaralarından çıkan dumanlar, açıkta sergilenen etler, keskin bir koku, tam bir keşmekeş.  Tüm bu curcunanın arasında zar zor ilerlememize rağmen garip bir şekilde ortamdan hiç rahatsız olmadım. Aksine, sadece güldüm, ortam o kadar absürttü ki elimden başka bir şey gelmedi. Yanım da bir Hintliyle değil de yalnız gitseydim aynı şekilde hisseder miydim bilemiyorum tabi. 
Yolumuzu zorlukla bulup meşhur restaurant  Karim’e gittik. Burası bizim Sultanahmet Köftecisi gibi meşhur bir yer anladığım kadarıyla. Ben de bir seyahat bloğunda okumuştum burayı. İçerisi meşhur bir yerden çok sıradan bir esnaf lokantasına benziyordu. Bizim adanaya benzer bir kebap söyledik bir de keçi eti. Kebap değişiklik baharatlı olmasına rağmen güzeldi, yedim. Yerken aklımdan sürekli okuduklarım geçiyordu, et yemeyin, baharatlı yemeyin. Hasta olma ihtimalini düşünmek insanı oldukça zorluyor. Sonra keçi eti geldi ve saniyesinde yiyemeyeceğimi anladım, dokunmadım bile. Karnım doymadığı için dal söyledik. Dal bizim mercimek çorbasına benzeyen bir yemek. Gayet lezzetliydi aslında ama o kadar acıydı ki birkaç kaşık aldıktan sonra bırakmak zorunda kaldım. Böylelikle meşhur Karim’den karnım pek doymadan, az sayılmayacak bir miktar ödeyerek ayrıldık.


Akşam olduğundan camiyi atlayarak doğrudan Güney Delhi’ye geçtik.  Güney Delhi şehirdeki varlıklı kesimin yaşadığı bölge. Yollardan, dükkânlardan, evlerden anlaşılıyor hemen. Haus Khas bölgesine gittik. Girdiğimiz ilk yerde salsa gecesi vardı. Kızlar ve erkekler o kadar şıktı ki ben güdük kaldım  biraz gündüz ki kıyafetimle gittiğimden. Sonra başka bir yere geçtik. Pazar gecesi olmasına rağmen her yer inanılmaz kalabalıktı. O gece bayanlar gecesi olduğundan 22.30 a kadar bayanlara içecekler ücretsizmiş. Müzik, ortam, her şey çok güzeldi, dans edip eğlendik. Gece hayatı 24 gibi bitiyormuş, biz daha erken ayrıldık. 

HİNDİSTAN DİYARI -Giderken

19 Eylül 2015

İşte sonunda gidiyorum. Şu anda Hindistan’a gitmek üzere uçaktayım. Gitme fikri ilk ne zaman çıktı bilmiyorum. Fotoğraf kulübüne gittiğim zamanlar- sanırım 4 yıl kadar önce- Hindistan’la ilgili bir sunum yapılmıştı. Oradaki fotoğraflar beni çok etkilemişti. Rengârenk giysileri içindeki Rajastanlı kadınlar, sokaklarda dolaşan boyanmış filler, Varanasi’deki ghatlarda dua eden , Altın tapınakta hep beraber yemek yiyen insanlar. Fotoğraflarda en çok dikkatimi çeken şey insanların gözlerinin içinin gülmesiydi. Sanırım ilk tohumlar o zaman atılmıştı.

Yoga yapmaya başladıktan sonra başka bir bağlantı kuruldu Hindistan’la. Yoga eğitimi almak için Himalayalar’a , Mysore’a  gidenlerin yazdığı blogları okudukça daha bir merak eder oldum bu değişik ülkeyi. Geçen yıl da gitmeye karar verdim.  Araştırmalarımı yaptım. Ekim ayı gitmek üzereyken ne olduysa oldu, vazgeçtim birden, sanırım cesaret edemedim. Sonra da Hindistan’a mı gitsem yoksa başka ülkeye mi derken bir türlü olmadı.  Her şeyin bir zamanı vardır ya, hazır değildim belki de. Nedenler önemsiz, şu anda uçaktayım ve sabah Delhi’de olacağım.

Hindistan’a gitmek, hem de yalnız bir kadın olarak gitmek kulağa biraz ürkünç geliyor biliyorum. Ben de başlarda korkmadım değil. Tek başıma o kadar süre ne yaparım, yolumu yönümü nasıl bulurum diye endişelendim. Biraz da korkunun etkisiyle bu sefer çok daha kapsamlı bir araştırma yaptım. Gördüm ki yalnız seyahat eden kadın sayısı hiç de az değil. Hem yabancı hem de Türk bir sürü kadın bu ülkeyi tek başına dolaşmış. Onlardan da aldığım cesaretle yaparım dedim, giderim ben de, neden gitmeyeyim ki? Hayat beklemeye değmeyecek kadar kısa.

Araştırdıkça gördüm ki bu ülkede seyahat etmek hiç de kolay değil. Trafik berbat, yollar bozuk, 200 km yi 6 saat olarak hesap edin diyen yazılar okudum. Trenler çok kalabalık, bilet almak zor.

İnsanların bakışlarına hazırlıklı olun, hem de ruhunuzu çalacakmış gibi bakışlarına. Pazarlık yapmadan bu ülkede hayatta kalmanıza imkân yok, ölümüne pazarlık yapın. Otobüs, tren garlarında üzerinize üşüşen insanlardan yılmayın. Dolandırıcılığa karşı çok dikkatli olun. Filtrelenmiş de olsa açık su içmeyin, sokaktan yemeyin. Sivrisineklere karşı dikkatli olun. Akşamları maske takmadan dolaşmayın. Yanınızda mutlaka çarşaf bulundurun. Okuduklarım genelde bu tarz şeylerdi.

Etrafımdaki insanlar da aman ha aşı olmadan gitme, yanında yemek götür, ilaç almayı unutma, ne yapçan ki orda, gidecek başka bir yer bulamadın mı diye yaklaşsa da yılmadım. Ara ara yahu madem bu kadar zor, deli miyim neden gidiyorum diye düşünsem de kararımdan dönmedim.

Dönmedim çünkü konuştuğum, yazıştığım herkes tüm bu zorlukları sıraladıktan sonra şöyle dedi; Hindistan herkesin mutlaka görmesi gereken bir ülke. Pushkar’daki ghatlarda yapılan Aarti’yi izlerken gözleri dolan adamı okurken benim de gözlerim doldu. Rishikesh’te Ganj’ın kenarında oturan kişinin ruhundaki dinginliği hissettim ben de. Zor diye vazgeçmemeye, sınırlarımı zorlamaya, çok değişik olsa da yeni bir kültürü kabullenmeye karar verdim.
Ülke o kadar büyük ki, rotayı çizmek hiç de kolay olmadı. Aslında güneyi de çok merak etmeme rağmen ilk sefer için kuzeyde bir rota çizmeye karar verdim. Tiz zamanda Kerala’yı gezmek için tekrar gelinecek yine de. Rotamın genel hatları belli olmakla beraber sürprizlere açık tutuyorum kendimi. Biraz da yol karar verecek nasıl akması gerektiğine. Delhi başlayıp Khajuraho'yla devam edeceğim. Gerisi Allah Kerim.


Ülke koşulları ve internet bağlantısı izin verdikçe beraber olacağız sizlerle. Hadi bakalım, başlıyoruz…